Creasoup

Farmaskop - İlaç ve Sağlık Profesyonellerinin Dergisi

4 Ocak 2010, Pazartesi 18:17

Vizyon-1

Tesisatçılık alçakgönüllü bir edim olduğundan mükemmel tesisatçılığı küçümseyen fakat felsefe ulu bir edim olduğundan sıradan felsefeyi yücelten toplumlarda ne tesisatçılık ne de felsefe iş görür. Hem borular, hem de teoriler su kaçırır.

John W. Gardner

 

Eski patronum Kutz geldi geçenlerde İstanbul’a. Teşrik-i mesaimizin üzerinden 16 sene geçmiş olsa da ara-sıra çeşitli vesilelerle görüşürüz. Bu kez de serbest danışmanlık verdiği firmanın yürüttüğü bir çalışmaya Türkiye’den pulmoner hipertansiyon hastası bulmak için gelmişti. Tabii ki çalışmanın Almanya, İsviçre, Polonya kolları da var, artık ülkemiz insanının batılılarda yapılamayan çalışmalara kobay olmadığını öğrendik değil mi? Ben de o ve yanındaki saf Alman meslektaşına elimden geldiği kadar yol gösterdim, ilgili araştırıcılara yönlendirdim, düzenleyici süreçler konusunda bilgi verdim. Neticede Yakup 2’de -sevmedim- bir “akşam yemeği”nden sonra öz Alman’ı ekip Paşaz’a aktık, nihayette Kutz’un “kafa” yemek istemesiyle Cumhuriyet İşkembecisi’nde noktaladık meseleyi.

Bu arada uzun uzun klinik araştırmadan konuştuk, geliştirme kavramının üzerinde durduk. Bizim klinik araştırma başlığından anladığımız çoğu etkinlik aslında geliştirme kapsamına giriyor. Kutz kendisinin bir “geliştirmeci” olduğundan söz etti ve Beyoğlu’nun o ara sokağının loş ışığında, gecenin “sıfırbilmemkaçında”, her çeşit tip arasında ve tabii bayağı bir promil eşliğinde karşımda, egzotik bir ortamda bir çalışmanın izini süren, gösterişsiz kıyafetli, yaşını başını almış, yalnız bir detektif görür gibi oldum. Bilmem “Blade Runner”ı hatırlar mısınız?

Araştırma deyince aklımıza bilimkurgu işler geliyor, bakıyoruz en cafcaflı görüneni altı üstü bir PCR, giderek genetik materyal avutsors’u. Klinik araştırmayı firmaların altımıza çektiği çok yıldızlı otel toplantı salonlarında, güzel şehirlerde araştırıcı toplantılarında, başkalarının dolduracağı CRF’ler ve diğer ıvır-zıvır olarak görüyoruz. Biz araştırıcıyız hesapta, firmalar geliştirici, etik kurulsa yalnızca bir engel.

E araştırıcı dosyaları doldurmak, örnekleri göndermek, ilaçları saklamak, giderek etik kurulla iletişim kurmak ve hatta protokolü okumak gibi işlerden imtina eder hatta yaptığı araştırmaya asistanlarını bile dâhil etmezse ne oluyor? Bu işleri başkaları yapıyor. Önce firmaların araştırmayla ilgili bölümleri, daha sonra da bunu avutsors ettikleri taşeronlar; CRO’lar… Tabii tüm postmodern süreçlerde olduğu gibi meselenin özü; gönüllüler, tedavi, toplum yararı, buluş heyecanı, etik, doktor-hasta ilişkisi gümbürtüye gidip, ana motif temel endüstriyel güdüler; başarı, hız, kapasite, sonuç almaya dönüşünce işin görünümü yüceltilmiş bir ofis boy’luğa dönüyor. Zaten CİSİPİ dediğin nedir? Kaydet, kontrol et, denetle, verifiye et. Bilinen endüstri terminolojisi… Böylece de klinik araştırmanın baş aktörü giderek işi doldurulmayan dosyaları doldurtmak, ilaçları saymak, örnekleri göndermek v.s. olup genelde lisansüstü eğitimlerini sürdürürken yarı zamanlı iş olarak bunu yapan insanlar haline geliyor. Bu dinamik de terminoloji ve efsanesini getiriyor bittabi. Nerede arpa varsa, üstünde estetiği ve jargonu yapılanır. Klinik araştırma ilintilisi CRA’lik bir mevki oluyor, onun altına çalışma koordinatörü, üstüne çalışma yöneticisi, müdürü, direktörü, ülke başkanı, feldmareşali gırla gidiyor. İki dosya doldurup, üç etik kurul başvurusu yapıp iki gün bakanlık kapısında bekleyen müteşebbisleşiyor; bildiğim ilk kurulan CRO’dan doğan CRO’dan üçüncü kuşak CRO doğdu. Elbette bunların dışında her biri birer Olimpos tanrısından aşağı isim beğenmeyen onlarca işletme türedi. En ayırıcı işlevi bakanlık kapısında dosyanın ne zaman çıkacağını kollamak ve imza eksikliklerini tamamlamak olan bu müesseselerin yeni kuşak elemanları araştırıcıyı bir kuryenin gördüğü açıdan görüyorlar. İki de yurtdışı toplantıya katılıp kendi rol modelleri ecnebi azman sekreterleri de içselleştirdiler mi tamam, araştırma=last patient last visit ve bütün o takım elbiseli, ayfonlular tarafından üretilmiş yüzlerce terim. 90’ların başında böyle bir uluslararası kursa katıldığımda dinlediğim Hipokrat’ın köpeği olası Bond kılıklı herif “Dosyaların bir maymun tarafından doldurulduğunu varsayacaksınız” diye kerkinmişti. Eminim bir çalışmaya bir hasta almamış birçok “klinik araştırma duayeni” benim hiç bilmediğim kavramlarla cambazlık yapıyordur.

Bu bizim Kutz yürüttüğü çalışmanın Türkiye’deki takibini yapmak üzere bir yerli CRO sordu, Yeşin Üresin de -şimdi politikıli korekt olucaz diye eşini, dostunu, hatta kendini bile isimle söylüyorsun ya; bizim hanım bu- onlara birini tavsiye etti. Geçen gün aramış Kutz, “Bunlar etik kurul başvurusu beş ayda sonuçlanır diyolar” diye. Yahu biz yeni yönetmeliğe göre ilk faaliyete geçenlerden biriyiz, Eylül’den beri başvuru alıyoruz, neye göre beş ay? Herhalde etik kurul başvurusundan indirdikleri miktarı haklı çıkartmak için yaptıkları işi büyütmek istiyorlar. Aynı eve çağırdığınız musluk tamircisi gibi… Ya da daha kötüsü olabilir. Bizden bir araştırıcı destekleyiciye demiş ki: “İstanbul’da bütün etik kurullar kapatıldı, yalnızca Ş. Hastanesi’nde merkezi etik kurul var, bütün başvurular oraya yapılacakmış.” Haydaa!!! Bizim sekreterlere “Yeni yönetmelikte Helsinki Deklarasyonu’nun adı geçmiyor, X etik kurulunda da istenmiyor, siz zorluk çıkarıyorsunuz” cür’etini gösteren CRO’lar var. Ofis boy’luktan geldiği için Helsinki’nin bu işin belkemiği olduğunu bilmemesi normal, Hipokrat kim?

Bu yazıda etik kurulları tartışmayacağım, yakın zamanda bu konularda koordinasyon sağlamak için oluşturduğumuz İstanbul Klinik Araştırma İnsyatifi’nin bu konuları ele alacağı “sivil ve bağımsız” -etik kurullar artık bağımsız, değil mi?- bir toplantı yapmasını planlıyoruz.

Lafı getirmek istediğim nokta şu: Yukarıda anlattıklarım bilinçli ya da bilinçsiz “üçüncü parti”nin klinik araştırma ortamını nasıl yönlendirebileceğiyle ilgilidir. Bu “bağımsız” etik kurullar ortamında tamamen “özelleşmiş” etik kurullar da oluşturulabilir ya da CRO’ların sevdiği, “müşteri memnuniyetini” ön planda tutan etik kurullara dönüşebilir bazıları. “Ç. etik kurulu bizim dosyayı reddetti; C. etik kurulu her dosyaya üç günde onay veriyor”a varabilir iş. Bunu uzun uzun konuşmalıyız. Bu yazıyı bir dizi tembihle noktalayayım:

CRO’lar: Sizler de birey olarak pozitif bilimi seçmiş, son tahlilde toplum yararı ile ilgili bir alanda çalışan titiz insanlarsınız. Ufkunuzu bakkal-süpermarket paradigmasına değil, araştırma altyapısının geliştirilmesine katkıya çevirmelisiniz. Akademikleşmenize engel olan mı var?

Destekleyiciler: Yakın vadeli hedefler için ucuz ve kolaycı çözümler ararsanız ve işin özünü görmezden gelir, kısmen bunu hak eden akademiyi suretleriyle değiştirirseniz son kertede sıra sizin de ikame edilmenize gelir. Zira siz de belli bir eleme, seçkinleşme ve akademikleşme sonucunda orada bulunuyorsunuz, iş sorun çıkaran parçayı atıp yerine yenisini takmaya indirgenirse, sizin de yan sanayiniz bulunur.

Araştırıcılar: Araştırmanın asli adresi üniversitedir. Üniversite de X dairesine, Y müdürlüğüne tabi olmaz. Baştaki özlü söz sizin için zaten; önümüzdeki yazıyı “Bizim için vizyon ne olmalı?”ya ayıracağım. Sürpriz yok, yine lafı bazı somut önerilerle çevrimsel bilime getireceğim.

Son tahlilde; tesisat önemlidir ama tesisatçılar iyi çalışıyor diye de felsefeyi tesisatçılara bırakmak olmaz.

Bu arada burada yayımlanan ve diğer yazılarımın yer aldığı kitap geliyor: Kış İkindisi.


SİZ DE YORUM YAPIN