Creasoup

Farmaskop - İlaç ve Sağlık Profesyonellerinin Dergisi

17 Mayıs 2011, Salı 15:55

Ruh besini

Flüte yeni başladığım yıllarda her nasılsa elime geçen hazine değerindeki "The flute solos of Ian Anderson" nota kitabının girişindeki "…böylece Ian Anderson pasaportuna MÜZİSYEN yazdırdı" ibaresi aklımı almıştı. Aradan onyıllar geçti; orda-burda, şunu-bunu çaldım; gel gör ki pasaportumda "purofüsür" yazıyor. Mamafih hayatımda kendimi şu sazlarıma elimi sürmeden geçen son onyıldaki kadar müzisyen hissetmemiştim; envai çeşit müzik hiç bu kadar çok şey ifade etmemiş, içime sinmemişti. Bu duygu durumunu sezmek için Amadeus filminde Salieri’nin papaza olan-biteni anlatırken "herif meleklerinin sesini yakalamıştı" diyerek "allahına isyan ettiği" sahneyi izleyebilirsiniz.

Şu anda idari işlerle uğraşıyorum ağırlıklı olarak. Hayalperest naturamdan ötürü hayatım boyunca futbolcudan Çe Gevera’ya, uzaylıdan vampire birçok şey olma hayali kurmuşluğum vardır da asla idareci olmayı düşlememişimdir. Elalemin yaptığıyla uğraşmak, hesabını tutmak, onlardan sorumlu olmak, yön vermek, aslen beni hiç ilgilendirmeyen gelişmelere göre şekil almak, plan yapmak, strateji tezgâhlamak tabiatıma hiç uygun değil zira. Bu hissiyatı "Messi hiç Belediyespor’a menajerlik eder mi?" diye ifade etmişliğim vakidir. Hadi bir Messi değilsem de Sergen’den aşağı kalır yanım yoktur doğrusu. Bidayette büyük düşünür Cevat Prekazi’ye "Bir de koşsan çok büyük topçu olacaksın" dendiğinde, muhteremin dönüp sarfettiği "Koşacak olsam Barselona’da oynarım" vecizesi tarihin altın sahifelerinde yerini almıştır.

1969 yazında henüz 11 yaşındayken bütün paramla bir steryo sistem aldım ve öğleden sonralarımı odamda müzik dinleyerek geçirmeye başladım; Cream, Rolling Stones, Chicago, Simon and Garfunkel, Bizet, Tchaikovsky, George Shearing ve saksofoncu Boots Randolph. Çok yüksek sesle de dinlemiyordum ama evde çalışan edebiyatçı annem rahatsız oldu ve iş adamı babam bir pazarlık önerdi; sıkı bir kulaklık alması karşılığında onlar evdeyken müziği bununla dinlemem. Kulaklık hayatımı değiştirdi diyebilirim, hiç duymadığım sesleri duymaya başladım ve artık akorlar, melodi, sözler ve nüanslardan çok "sound" beni pençesine aldı. Yatakhanede hoparlörlerimle olan kazadan sonra koleji bıraktım ve bir rock topluluğuna katıldım. Bayağı da başarılıydık o zamanlar, profesyonel stüdyolarda kayıt yapabiliyorduk, buralarda kayıt teknikleriyle iyice haşır neşir olma olanağı buldum. Derken gitaristin intihar denemeleri, vokalistin türlü çeşit madde çekip kendini kesmelerinden gına gelince icracılığı bıraktım ve kendimi prodüksiyon işine verdim. Bu arada müzikten niye zevk aldığımız, niye bunu değil de ötekini sevdiğimiz, ses renklerini nasıl algıladığımız iyice kafamı kurcalamaya başladı ve sonunda okula geri döndüm. Stanford’da nörofizyoloji derslerine katılmaya başladım, okulu birincilikle bitirdim, şimdi müzik nörofizyolojisi konusunda kendi laboratuvarım var…

Bu benim hikâyem değil ne yazık ki, benden iki yaş büyük ve okula gerçekten geç bir yaşta dönen ama konusunda kitaplar yazmış Daniel Levitin’in; gavur yapıyor. Ama ben de yapamam değil tabii ki. Eh bir girizgâh edelim o halde: Eski çağlarda müzik herkesinmiş, herkes tarafından üretilirmiş. Hatta günümüzde de bazı kabilelerde (bayılırım şu eski çağları yaşatan kabilelere, özellikle taş devri diyeti yapanlara!) müziğin günlük iletişimin parçası olması, "ben şarkı söyleyemem" diyen beyaz adama "ben konuşamam" demişçesine hayretle bakılması vakidir. Zamanla her şeyde olduğu gibi özelleşilip metalaşınca müzik, önce saraya uşaklar, hizmetçiler gibi arka kapıdan girer olmuş müzisyenler, sonra da ince zevklere vakit ve kaynak bulunca egemenler, yüce bir sanata dönüşmüş, oysa dinleyen, ayak vurup el çırpan, hülyalara dalıp gaza gelen, tüyleri ürperip gözleri yaşaran herkesindir müzik.

Bilimi seviyorum ve çoğuları için bilimi seçmenin aynı zamanda merhameti, sanatı seçememek ya da tabiat karşısında hayrete düşmemek anlamına geldiği düşüncesi canımı yakıyor. Bilim gizemi tedavi etmek için değil onu yeniden icat etmek ve canlandırmak içindir oysa.

—Robert Sapolsky, Why Zebras Don’t Get Ulcers


SİZ DE YORUM YAPIN