Creasoup

Farmaskop - İlaç ve Sağlık Profesyonellerinin Dergisi

3 Temmuz 2009, Cuma 18:55

Tıp ve demokrasi

Rudolp Wirchow, yaşadığı dönemlerde tıbbın “papası” olarak bilinen önemli bir bilim adamıydı. Wirchow, ününü sadece tıp alanında yaptıklarına değil politik kimliğine de borçluydu. Berlin’de muhaliflerle beraber barikatlarda çarpışmış, yaşamının önemli bir bölümünde halk sağlığı için birçok tıbbi reformu gerçekleştirmek amacıyla mücadele etmiş, liberal düşüncelere sahip olan ve yayımlanan makalelerin çoğunu kendisinin yazdığı haftalık bir siyasi dergi de çıkarmış önemli bir aydındı.
Politika, Wirchow’un tıbbı “politik bir bilim” olarak tanımlamasından bu yana geçen süreçte tıp biliminin içinde daha çok retorik düzeyde kendine yer bulabilmiştir. Bu anlamda geçtiğimiz yıl British Medical Journal dergisinde Alvaro Franco ve arkadaşlarının yayımladığı bir makale dikkat çekicidir (BMJ, 2004; 329;1421-1423). Makalede demokrasinin sağlık üzerindeki etkisi değerlendirilmeye çalışılmıştı. Çalışmanın planı, yürütülmesi ve değerlendirilmesi ile ilişkili olarak ciddi eleştiriler yapıldı. Bununla beraber çalışma sonucunda varılan nokta oldukça dikkate değerdi. Franco ve arkadaşları, demokrasinin halk sağlığı üzerinde bağımsız bir değişken olarak olumlu etkisinin olduğunu ortaya koyuyordu. Çalışmada, kişi başına düşen gelir, toplam hükümet harcamaları, Özgürlük Evi isimli bir kuruluşun ülkeler için belirlediği özgürlük sıralamaları, insanların yaşam beklentileri, anne-çocuk ölümleri gibi değişkenler kullanılmıştı. Franco’nun kullandığı verilerin bir kısmı Dünya Bankası, İnsani Kalkınma Raporu, IMF gibi uluslararası organizasyonların yayımlarından elde edilmişti. Çalışma, politik rejimler ve eşitlikçi politikaların toplum sağlığı üzerinde ülkenin toplam serveti, kamu sektörünün büyüklüğü gibi diğer değişkenlerden çok daha önemli rol oynadığını gösteriyordu.
Aslına bakarsanız, demokrasi ve sağlık göstergeleri arasındaki ilişkiyi böylesi bir çalışmada tek başına ortaya koyabilmek pek olası ve hatta inandırıcı değildir. Nitekim aynı dergide yer alan Martyn C imzalı editoryal makalede çalışmanın düzenlenmesindeki eksikliklerle ilişkili kaygılar dile getiriliyor ve eğer sonuç beklendiği gibi olmasaydı -yani demokrasi ile sağlık arasında tersine bir ilişki bulunsaydı– makalenin böylesi seçkin bir dergide yayımlanamayacağı fikrine yer veriliyordu.
İyi bilinmektedir ki, tıp tarihinde tüm önemli adımlar çağına göre daha ileri, özgür ve uygar görülen toplumlarda atılmamıştır. Örneğin insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından birini yazan Nazi Almanya’sı, sigara ile akciğer kanseri ilişkisini ilk kez gösteren vaka kontrollü çalışmalara sahne olmuştur. 1939 yılında yapılan bir çalışma, akciğer kanseri ile sigara ilişkisinin gösterildiği ilk çalışmaydı. Hele 1942 yılında akciğer kanseri ve sigara ilişkisini gösteren büyük bir epidemiyolojik çalışma, doğrudan Adolf Hitler’in kişisel hesaplarından gelen 100.000 kraliyet markı kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Nazi Almanya’sında sigara kullanımına karşı ciddi teşvikler vardı. Hitler Gençliği ve Alman Kızlar ligi sigara ve alkol karşıtı ciddi propagandalar yürüttüler. Hermann Göring’in ordunun sokaklarda sigara içmesini yasaklayan bir bildirisi vardır örneğin. O dönemlerde yayımlanan bir dergide yer alan ilanın içeriği politik dil olarak kabul edilmese de tıbbi bir uyarı olarak hiç de yabana atılamayacak netliktedir. “Kardeş nasyonel sosyalist, Führer’in sigaraya karşı olduğunu ve her Alman’ın tüm yaptıkları ve görevleriyle tüm insanlara karşı sorumlu olduğunu, bedenine uyuşturucular kullanarak zarar verme hakkı bulunmadığını düşündüğünü biliyor muydunuz?” (BMJ, 2004, 329;1424-1425). Elbette bu örnekler Naziler’in insanlık yararına bir bakışları olduğu anlamına hiç gelmiyor. B kan grubunu Slav ve Yahudi ırkları için bir işaret sayan, A grubu kanı ise zekânın bir göstergesi kabul eden anlayışın bilimsel ve insan yararına olduğunu söyleyebilir miyiz? Nitekim Alman Ordusu ikinci paylaşım savaşı sırasında sadece “sertifikalı Aryan” vericilerden kan bağışını kabul etmiştir. İlginçtir, buna benzer uygulamalar yakın tarihlere kadar “demokrasi şampiyonu” ABD’de de vardı. Öyle ki, 1950’li yılların sonunda Louisiana eyaletinde onay almadan beyaz bir hastaya siyah ırktan kan nakli uygulamasının suç olduğu ile ilgili bir yasa bile kabul edilmişti.
Tüm bu örneklere rağmen Franco’nun sözünü ettiğim makalesinin sonuç cümlesine sadece bir hekim değil aynı zamanda bir yurttaş olarak inanmak ve onu savunmak gerek. “Demokrasiyi geliştirmek, küresel düzeyde kaynakların eşit dağılımındaki adaletsizliği ve onun neden olduğu sağlıksızlığı önleyebilmek de bir çıkış yolu oluşturabilir.”
Sağlığa ve bilime politikacıların bakışı ve TÜBİTAK’ın Darwin tahammülsüzlüğünü düşündüğünüzde Wirchow’un sözünü de önemsemek gerekiyor. Kim bilir, gerçekten de “tıp, politik bir bilimdir” belki.
 

SİZ DE YORUM YAPIN