Koruyucu sağlık hizmetleri nedir?
Değerli Farmaskop okuyucuları; bu sayıda, son günlerde bazı yerlerde yaptığım sunumlarda sık sık sorulan bir soruyla ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Sorunun farklı ortamlarda ve sağlık sektörünün çok farklı düzeylerinde çalışan kişiler tarafından soruluyor olması, bu konu ile algıların ortak olduğunun da bir göstergesi. Soru, koruyucu sağlık hizmetleri ve Türkiye’de sağlık sisteminin tedavi edici ağırlıklı olup koruyucu sağlık hizmetlerini göz ardı etmesi ile ilgili. Bu soru genellikle, Türkiye’de bir kişinin yılda hekime yaptığı ziyaret sayısının artması ile ilgili yorumlar yapıldığında mutlaka gündeme geliyor. Bu sayıdaki artış, koruyucu hekimlik hizmetlerinin yetersiz kalmasından kaynaklanıyormuş gibi algılanıyor. Öncelikle, bu yazının amacının Türkiye’deki koruyucu sağlık hizmetlerinin kapsam ve erişim açısından ne kadar yeterli/yetersiz olduğunu tartışmak olmadığını ifade etmeliyim. Bu köşenin sınırları böyle bir analiz yapmak için elverişli değil.
Sadece Türkiye’de değil hemen hemen bütün sağlık sistemlerinde, sistemin öncelikli olarak tedavi edici sağlık hizmetleri ağırlıklı geliştiğini belirtmek gerekli. Genel olarak bakıldığında tüm dünyada hem hekim ve diğer sağlık profesyonellerinin eğitimi hem de hizmetin verilme şekli ancak hastalık ortaya çıktıktan sonra tedavisi üzerine odaklanmış durumda. Ancak bir yandan da hemen her toplumda karşılanamayan bir sağlık ihtiyacı söz konusu… Bu ihtiyacın bir bölümünün koruyucu sağlık hizmetleri uygulamaları ile ortadan kaldırılması mümkün ancak önemli bir bölümü için bu mümkün değil. Bir başka ifadeyle, genelde yukarıdaki soruyu soranların algıladığı gibi, eğer koruyucu sağlık hizmetleri uygulamaları mükemmel olsaydı insanlar hastalanmazdı çıkarımı doğru bir çıkarım değil. Bunun iki temel nedeni var. Birincisi, koruyucu sağlık hizmetleri bugün mevcut tüm hastalıkları önleyebilir önlemlere sahip değil. İkincisi, koruyucu sağlık hizmetleri ile ilgili uygulamalar belki de sağlık hizmetleri içinde en çok uyum gerektiren uygulamalar. Örneğin tütün kullanımı ile ilgili olarak ne kadar politika geliştirilse geliştirilsin birey sigara içmeye devam ettiği sürece bunun neden olduğu hastalıklarla karşı karşıya kalması ve tedavi ihtiyacı kaçınılmaz olacaktır.
Koruyucu hekimlik ile ilgili soruları soranların önemli algılamalarından biri de bunu sadece aşılama, anne sağlığı hizmetleri ve benzeri uygulamalarla sınırlandırmaları. Bu soruları soranlara genellikle koruyucu hekimlik hizmetlerinin nelerden oluştuğunu sorduğumda gelen cevap sadece geleneksel olarak birinci basamak sağlık hizmetlerinde bireye yönelik sunulan koruyucu sağlık hizmetlerinden oluşuyor. Ancak kimse örneğin, tütün kullanımı ile ilgili olarak getirilen sınırlamalar, kanserin erken teşhisine yönelik geliştirilen politikalar ya da son günlerde özellikle gündemde olan obezite ve diyabet programlarına değinmiyor.
Oysa sadece bu dört uygulama bile mevcut hastalık yükü içinde en ağırlıklı yer alan hastalıkların önlenmesi ile ilgili çok önemli koruyucu sağlık hizmetleri uygulamaları. Elbette aşılama ve benzeri koruyucu hekimlik hizmetleri temel ve öncelikli ancak Türkiye’de hem bu hizmetlerin şu anda geldiği nokta hem de içinde bulunduğu epidemiyolojik geçiş aşaması açısından bakıldığında özellikle kronik hastalıklara yönelik koruyucu sağlık hizmetlerinin artık daha öncelikli olması gerekiyor. Bu konu ile ilgili olarak da geçtiğimiz yıllarda gerçekleşen iki çok önemli adım tütün kullanımı ile ilgili olarak getirilen sınırlamalar ve kanser erken teşhisini topluma yaygınlaştırmayı amaçlayan KETEM’lerin aktif hale gelmesi. Bilindiği üzere Türkiye’de kanser ve tüm kanserler içinde de akciğer kanseri toplam hastalık yükü içinde çok önemli bir yere sahip. Benzer şekilde, yaşam tarzı ile ilişkili diyabet gibi kronik hastalıklar öncelikle ele alınması gereken hastalıklar olarak karşımıza çıkıyor. Yirmi yıl önce aşı ile önlenebilecek bulaşıcı hastalıklar özellikle bebek ölümlerinin temel nedenini oluştururken bugün bu hastalıklar bağışıklama programları ve toplumun sosyo-ekonomik statüsündeki gelişmeler ile önemli ölçüde gündemden çıkmış durumda. Bu nedenle de Türkiye’de artık koruyucu sağlık hizmetlerinden söz edildiği zaman kronik hastalıkların önlenmesine ilişkin politikalar daha ağırlıklı olarak tartışılmalı.
Hangi tür ve düzeyde olursa olsun koruyucu sağlık hizmetleri uygulamalarının kaynağı ise birinci basamak sağlık hizmetleri olmak zorunda. Birinci basamak sağlık hizmetleri sağlık sisteminin odak noktası haline gelmedikçe ne kadar ulusal program geliştirilirse geliştirilsin koruyucu sağlık hizmetlerinin istenen etkiyi yaratması mümkün değil. Bu basamak hem ileride kronik hastalıklara yol açabilecek risk faktörlerine sahip kişilerin belirlenmesi hem de yukarıda söz edilen toplumsal uyumu sağlamak açısından da son derece önemli. Bu nedenle mevcut sağlık hizmetleri örgütlenme modelimiz içinde aile hekimlerinin önemi büyük. Koruyucu sağlık hizmetlerinin ön plana çıkması ve aile hekimlerinin rolünün yeniden tanımlanması için ise sağlık politikalarının belirlenmesi sürecinde öncelikle koruyucu sağlık hizmetlerinin niteliği ve kapsamı ile ilgili algılarımızı yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor.