Creasoup

Farmaskop - İlaç ve Sağlık Profesyonellerinin Dergisi

3 Şubat 2009, Salı 16:31

Sanal Âlemin Çöküşü II

Bayramın son günü bugün… Ailecek biz, öteden beri bayramı yoğun geçirmeyiz; hele kurbanla hiç işimiz olmaz. Zaten artık bayramlaşacak aile büyüğü de -bana bu maneviyatsızlığı ilk elden aşılayan- babam dışında pek kalmadı. Tabii bu durumda kalana bişey yapacaklarmış gibi canını saniye durmadan biyerlere atması şart olanlardan da olmadığımızdan, bir yalnızlık çöküyor bünyeye. Şimdi hele akşamın geceyarısına yakın zamanı; eskiden soba üstünde kestane kızartılan, mandalina soyulan, soğuk yatağa girmeden (içerki odada soba yanmaz çünkü) biraz daha oyalanılan zaman; ucundan da olsa bayram kutladığımız demlerden hatırladığım… Bana bunları bu kadar canlı geri getiren, genzime dolan kömür dumanı kokusu… Biz doğal gaz yakıyoruz elbette ama havada o yılların kokusu var. Önce hoşa gidiyor, sonra düşününce; petrol şu bu fiyatları düşerken artan doğal gaz fiyatlarının ve bedava kömür yakan vatandaşlarımızın hediyesi bir ambiyans içerisinde bulunduğumuzu idrak ediyoruz. Daha ne kadar gerileyeceğiz diye bir ürperti tebarüz ediyor. Gerçi o günlerin düşünsel iklimine rücu etsek, olsa olsa ileriye dönmüş oluruz; o zaman da fizikman taş devrine insek ne gam, zaten uçaktan hazzetmiyorum. Her neyse; hayatı yakalamayı şiar edinmiş, Singapur’dan New York’a koşan ve gündemi Radikaliki’den izleyen arkadaşlara söylüyorum; nereye soksanız başınızı, havadaki kokudan da kaçamazsınız ya. O koku Kanyon’a da gelir, Tekfen Plaza’ya da. Bu meyanda biz sanal âlemle uğraşmaya devam edelim.

Niye postmodernizmle uğraşıyoruz bu kadar? Zira gerçek değerlere dayanmayan global ekonomi ve siyasetin kültürel yansımasıdır ve doğrudan kafa bulandırarak insanın düşüncesini felç eder, sığ ürünlerin amaçsız tüketiminden başka hareket alanı bırakmaz… Tam da hayali finans ekonomisi madara olmuşken onun kültürel kardeşi tarihsellikten, işlevsellikten kopuk, ancak reklamcıların zihni kadar derinliği olan postmodernizmle de hesaplaşmanın zamanıdır. Orhan Pamuk, Mercan Dede-DJ Arkin Allen (bir Spiderman’i eksik), Ayşe Arman, Fatih Terim, Erman Toroğlu, Popstar yarışmaları, BBG’ler, Turplar vadisi, testere filmleri, Tarantino, clubber müziği… Bütün bu hazmedemediğimiz ama tam tanımlayamadığımız, nefesimizi daraltan incir çekirdeğine eziyetler postmodern âlemin ürünleridir. Aslında Orwell’in 1984 adlı romanında Yevgeni Zamyatin’in Biz’inden apararak (O.P. henüz bu konulara gelmedi) anlattığı “dille oynayarak ve baskıyla düşüncelerin yönlendirilip güdükleştirmesi” eylemi, yine merkezinde medya yer alarak ama oradaki kısıtlamanın -görünürde- tersine bir özgürlük furyası, tüm iletişim araçlarının alabildiğine yalama edilmesi ve niteliksiz bilgi bombardımanıyla gerçekleşmiştir. Bakın daha yakın bir örnek vereyim; bir kimya profesörü var (aslında saraç dediğin koşum ve eyer takımları yapsa ve satsa gerek), yıllardır bitkisel tedaviye takmış durumda; brokoli mucizesi, lahana menkıbesi gidiyor. Olmazsa olmazı olarak güya yurtdışında bunların ilmini yapmış, sonra ülkemizi aydınlatmaya aramıza inmiş. Talihsizliğe bakın ki, tam da tebliğ vermek üzere televizyonda zuhur ettiğinde karşısına ben çıkmışım (bir dönem o kadar akupunkturcu, zerzevatçı, zayıflatıcıyla ringe çıktım ki tam hatırlamıyorum). Tabii kanseri önlemek için brokoliyi nasıl kaynatıp günün hangi saati ve hangi günler içmeniz gerektiğini anlatınca yemek tarifi verdiğini söylemiştim; unutmamış, geçen yıl bir gazeteyle yayımlanan şaheserinin önsözünde bana da yer veriyordu eksik olmasın. Ek bu sene de çıkıyor, hazret şöhrete koşuyor…

İmdi; biz okumuş insanlar, gerek akademiden gerek endüstriden olalım, bir nevi iki cami arasında binamaz pozisyonunda acaba kendimizi postmodernizm ve tüketimin yumuşak kollarına bırakıp orada kendimizden mi geçsek, yoksa tam da netleştiremediğimiz bilim, insanlık, diğerkâmlık gibi kadim realist-modernist değerlere mi yönelsek derken her zamanki gibi hayat bizden hızlı davrandı ve yerimizi tanımladı. Bakınız; Birleşik Krallık Savunma Bakanlığı bünyesindeki Gelişme, Doktrin ve Kavramlar Merkezi (DCDC) tarafından yayımlanan Küresel Stratejik Trendler 2007-2036 başlıklı rapor ve Ergin Yıldızoğlu’nun katkıları:

“Emek piyasalarının küreselleşmesi, ulusal refah devleti hizmetlerinin, iş olanaklarının azalması insanların…  kendileriyle, sayıları çok az, ancak profili çok yüksek süper zenginler arasındaki gittikçe artan gelir farkları, meritokrasiye (kendi yeteneğine dayanarak yükselme şansı-E.Y.) yönelik düş kırıklığını körüklerken, alt sınıfların sayıları, toplumsal düzene ve istikrara yönelik tehdidi…”  bu sınıfların hoşnutsuzluğunu güçlendirerek “dünya orta sınıflarının, bilgiye, kaynaklara erişme becerilerini kullanarak birleşmelerine, uluslar-üstü süreçleri kendi sınıf çıkarları doğrultusunda belirlemeye başlamalarına yol açabilir”

Bu “orta sınıf”… işgücünü satarak, yeteneğine, bilgisine dayanarak var olan bir sınıf… iyi eğitim görmüş olmak, çoğu zaman ikinci bir dili kullanabilmek, yeni iletişim teknolojilerine adapte olabilmek gibi özellikleri de var. Dahası, …bu kesimin kırsal, geleneksel ilişkilerle bağları kopmuş, duyarlılıkları… küresel çapta “estetik yöneticiliğin” etkisi altında şekillenmiştir. Küreselleşme süreci bu “orta sınıfı” , ekonomik ve kültürel boyutlarıyla, derin bir biçimde etkilemiş, beklentilerini iyice yükseltmiş, uluslararası kapitalizmin imajlarıyla arzularını kışkırtmış, ama bunları karşılayamadığı için, aynı zamanda derin bir düş kırıklığı yaratmıştır. Bu toplumsal kesim, yüksek kültürel farkındalığıyla şimdi, kendisinin ve çocuklarının, toplumun, nihayet gezegenin geleceğinden kuşku duymaya, hatta korkmaya başlamıştır.

İnsanın gardırobunu baştan Marks&Spencer’dan donatası geliyor!

 


SİZ DE YORUM YAPIN