Creasoup

Farmaskop - İlaç ve Sağlık Profesyonellerinin Dergisi

2 Mart 2009, Pazartesi 17:07

Kırk küp kırkının da kulpu kırık küp

Aralık sonunda, İstanbul Tıp Fakültesi Farmakoloji ve Klinik Farmakoloji Anabilim Dalı’nın kuruluşunun 40’ıncı yılını kutladık. Son 22 yılına katıldığım bu zaman aralığında tarih yazdık diyemeyeceğim ama var olan malzemeye göre verimli olduğumuz söylenebilir. Teknik ayrıntılara girmeyeceğim; bu konuda isteyenin ulaşabileceği raporlarımız var. Türkiye’nin, dünya ekonomileri arasındaki yerine göre bilime katkıda iki kat, kadınların üretim ve karar vermedeki yerinde ise beş kat geride olduğu göz önüne alınırsa eğitime katkı, ulaşılan yayın sayısı (bilimsel ölçüt olarak en ön sıraya koymadığımı defalarca belirttim ama yine de), benzer bölümlerde pek rastlanmayan kamu hizmeti ve klinik etkinlik (klinik farmakoloji demiyorum; onun da vardır bir sahibi, kitaplarını yutmuşu, İzlanda’da doktorasını yapmışı, çalışma grubu üyesi, CRO başkanı), uzun süre bir kadın tarafından yönetilmiş olması ve yedi öğretim üyesinin dördünün kadın olması, hekim dışında eczacı, veteriner ve kimyagerleri barındırması, çok yönlülüğü, yenilikçiliği ve kadirşinaslığı (efsaneleri emekli olunca kütüphanenin anahtarını geri alanları, profesör olunca hocalarını kürsü başkanlığından indirenleri duyduk) açısından ortada azımsanmayacak bir başarı var. TUS’ta başarılı öğrenciler hâlâ bizi tercih ediyor ve büyük kısmı bizimle kalmak istiyor; onlara kadro veremememize ve otoparkta klinik asistanları ve DETAE personelinden yer bulamamamıza rağmen…

Bugünlerde pek iyimser olamadığımdan 40’ıncı yıl ile ilgili hazırladığımız bültene bir yazı yazmak istemedim. Onun yerine benden 18 yaş küçük asistanım Güneş, benden 18 ay (!) büyük önceki başkanımız Lütfiye Eroğlu ve benimle bir kuşaklararası röportaj yaptı. Zamanında bir süre havamızı solumuş, meşhur gazeteci, araba vergisi takıcı Yavuz Dizdar da, kürsünün kurucusu Hikmet Koyuncuoğlu ile sohbet edip olur olmaz hocanın hiç kullanmadığı “lakin”lerle doldurunca metni, bülten ortaya çıktı (bülten ve toplantı fotoğraflarını www.medhaber.com’da bulabilirsiniz). Bu eseri gerçek gazeteci Banu Zorlutuna’ya okuttuğumda, “Bu ne yahu, biriniz kahveden, biriniz siyasetten, biriniz mecburi hizmetten girip kürsüyü yönetmişsiniz, bir de anlatıyorsunuz” dedi. Gerçekten aramızda hayatının ideali Farma olan yok. Hatta belki bilirsiniz, benim hayatta tek çaktığım ders Farma’dır. Ama meseleyi daha iyi okumak lazım; hepimiz belli açılardan “sıra dışı” (al sana kötü yola düşmüş bir laf daha, hoca kendisiyle bana yekten “serseri” derdi ki, gurur duyarım) olsak da, yaptığımız her işi ciddiye almak ve neredeyse hastalıklı bir sorumluluk duygusu ortak özelliğimiz. Bunu bizi gerçekten görmek isteyenler görür; bu özellik bizden endüstriye geçen arkadaşlarımızda da vardır.

Ya görmek istemeyenler? İşte burası, bu yazının bu kadar ıkınıp-sıkınılarak ve her zamanki üslubumla karşılaştırıldığında kütük gibi yazılmasının sebebi. Bu konuları düşünmek bile istemiyorum ama bir taraftan da birbirimizin hayatını nasıl zorlaştırdığımızın, hiç istemediğimiz ve buna gücü olmayan kişilerin bizi nasıl yönettiğinin anahtarı burada.

Efendim, 40’ıncı yıl davetiyesini, tüm Farmakoloji camiasına ulaştırmak üzere bu iletişim ve internet işlerine kafayı takmış, kardeş fakülteden bir zata yolladık, ses yok. Bu zat bize bir kitap bölümü çevirttirdikten sonra da ses vermediydi; neyse kitabın basılı halini kitapçılarda gördük, neticede de sevindik. İşine gelmeyen durumlarda ses vermemek de, ülkemiz topraklarında yetişen en zehirli meyvelerdendir. Sonra Sayın Dernek Başkanına açılınca hem kendisinden güzel bir (bir taraftan da bizi tashih çabası taşıyan) tebrik yazısı hem de bu zatın üyelere en nihayet ilettiği davet yazımız elimize geçti. Bazı bölümler ve kişilerden tebrik geldi sağolsunlar; çoğundan da gelmedi, onlar görmemeye devam ettiler. Davetiyeyi isteksizce iletip de tebriği çok gören zatın mensubu olduğu, yürüme mesafesindeki kardeş bölümden bırakın katılımı, telefon dahi gelmedi. Yaşıtım zat ve oradaki “abilerim” başkanlığımı da görmemişlerdi zaten, şaşırmadım -başkanlarını tenzih ederim. Huysuzluğum bilinen bir şey de, aramda hiçbir şey geçmemiş insanlarla bu tür durumlar, dahası baltalamalar olduğunda hakikaten şaşırıyorum; bunların arasında medikal direktörler dahi var -nasıl bir yetki sanrısı ise- ya ben uyurgezerim ya da onlar bilmediğim kokular kokluyorlar.

Diğer yandan bu stile göre çok daha değerli bulduğum, yani düşündüğünü belirten ama düşündüklerine katılmayıp, katıla katıla güldüklerim var. Aramızdan eksik olmasın wikipediaperest bir arkadaşım -o beni öyle görmüyor olabilir- doçent adaylarıyla ilgili kendine göre engizisyon ilkeleri belirlemiş. Cübbeyi giydi mi, Kont Drakula kesilen eski hocalardan kalma habaset geleneğini devam ettirme ve herkesin kendi takıntılarına sahip olmasını idealize etme niyetindeki bu arkadaşa kalsa, yukarıdaki verilerle hiçbirimiz olduğumuz yere gelemezdik; bizim yerimizde, sıklıkla görüldüğü gibi küçük bir Hacettepe şubesi olurdu. Tabii o arkadaş, o değerli kurumda kardiyovasküler alandaki fikir liderlerine farmakolog deyince akıllarına ilk kimin geldiğini de sorabilir, zikretmediği bir başarı ölçütü olarak…

Uzun lafın kısası, her şeye rağmen burası en büyük ve en eski üniversite ve biz de onun hakkını veren bir parçasıyız.

 


SİZ DE YORUM YAPIN