Creasoup

Farmaskop - İlaç ve Sağlık Profesyonellerinin Dergisi

8 Mayıs 2009, Cuma 18:00

Kafkas tebeşiri

Kanadalı Doktor Frederic Banting işe yeni başlamıştı, o kadar az hastası vardı ki evlenecek para bulamıyordu. Haftada 10 dolar almak için Toronto’da, Batı Üniversitesi Tıp Okulu’nun fizyoloji bölümünde part time çalışmaya başladı. Patronu 1920’de karbonhidrat metabolizması konusunda ders vermesini istediğinde “Diabetus” yazacak denli meseleden habersizdi. Tıp öğrencisi Charles Best ile köpeklerin pankreas kanallarını bağlamaya başladı… Ve 1923’te Eli Lilly insülini sanayi boyutlarında üretmeye başladı; Banting ve J.J.R. Macleod, Nobel Ödülü aldı. Macleod kim? Banting ve Best’in çalıştığı laboratuvarın başı; söz konusu çalışmalar yapıldığında ülke dışında tatildeydi. Banting, ödülü Best’in hak ettiğini düşünüyordu ve kendine kalanı onunla paylaştı; Macleod ise kendininkinin yarısını maddenin saflaştırılmasında büyük katkısı olan J.B. Collip ile… Aslında adacıkları Langerhans keşfetmişti; bağlantıya Banting, Barron’un bir makalesinden uyanmıştı; dahası Romen bilimci Nicolae Paulescu onlardan önce bir pankreas ekstresini diyabetik köpeklerde denemiş ve başarılı sonuçlarını yayınlamıştı; kendisinin hafif Nazi eğilimleri de var idi.
 
Doğrusu diyabet denince benim aklıma Elliott P. Joslin gelir. Diyabet tedavi edilemez bir hastalık olarak görülürken bu konuda uzmanlaştı; hastaların kendi diyabet bakımlarını üstlenmelerini ortaya attı; sıkı kan şekeri kontrolünün komplikasyonları azalttığını savundu ve en büyük diyabet merkezini kurdu.
 
Hipokrat yazılarında söğüt kabuğundan elde edilen acı tozun ağrılara iyi geldiğini yazdı. 1828’de bir İtalyan, bir Fransız salix alba’dan asidi saf formuyla elde etti. Alman isimli bir Fransız kimyacı asetil kloridle nötralize etti; işe de yarıyordu ama pazarlama arzusu yoktu, keşfini terk etti. 1897’de Friedrich Bayer&Co.’da çalışan Felix Hoffman, salisilik asitteki fonksiyonel hidroksil gruplarından birini bir asetil grubuyla derivatize etti, olumsuz özelliklerini azalttı ve bu, ilk sentetik ilaç ve farmasötik endüstrinin başlangıcı oldu. Artrit ağrıları çeken ve salisilik asidi tolere edemeyen babasında iyi sonuçlar gözledi. Firmayı bu mucize ürünü pazarlamaya ikna etti, yine de diğer ağrı kesici ürünü daha başarılı idi; Heroin. Aslında asetilsalisilik asit başka bir firma tarafından üretiliyordu ancak bir adı yoktu. Arthur Eichengrün aspirinin sentezini kendisinin yönettiğini, Hoffmann’ın rolünün sınırlı olduğunu iddia etti, haklı da bulundu…
 
Tigerstedt ve Bergman renini tanımlayıp, Goldblatt köpeklerde deneysel hipertansiyon oluşturduktan sonra iki grup renine benzer bir kan basıncı yükseltici madde tanımladılar. Eduardo Braun Menendez grubu buna hipertensin dedi; Irving H. Page’inki angiotonin; ikisi bir araya gelip angiotensinde karar kıldılar.
 
Watson ve Crick ikili sarmalı ortaya atarken, Rosalind Fraklin’in verileri Maurice Wilkins tarafından onlara gizlice gösterilmişti. Isaac Newton integrali Leibniz’den hacılamıştı.
 
“Bilimde alkışı, fikri ilk bulan değil, dünyayı ikna eden alır” demiş Sir Francis Darwin; “sir” olmasaymış lafını dinlemeyecekmişiz…Tüm bunlar acımasız, ya da vahşi piyasacı gelebilir kendilerine romantizm lüksünü tanımakta hâlâ bir sakınca görmeyen “bilim insanları”na (bir de “keman sanatçıları” var biliyorsunuz)… Ama bir de şöyle bakın; Nikolay’ın halasının kedisinin kuyruğunda denediği şeyi, Hoffman asetilleyip amcasına vermese bugün bu büyük buluştan bizim haberimiz olur muydu? Dahası faydası gösterilmeyen bir “sonuç”un buluş olduğunu kim bilebilir, günümüzde olsa olsa SCSI’deki yayın kalabalığına eklenebilir.
 
Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesi’ni hatırlamazsınız: İç savaşta idam edilen dük Abaşvili’nin karısı elbiselerini alır, küçük oğlunu geride bırakarak kaçar. Çocuğa hizmetçi Gruşe bakar. Savaş bitip de kadın çocuğu geri almaya geldiğinde davayı köy yazıcısı Azdak çözer. Yere tebeşirle bir daire çizilir, çocuk içine konur, iki kadına çocuğu var güçleriyle çekmeleri, gerçek annenin can havliyle çocuğu kazanacağı söylenir. “Biyolojik anne” televizyon yarışmacısı gibi çocuğu çemberden koparırken Gruşe kıyamaz, çocuğu bırakır. Tabii ki çocuk ona verilir, zira kim daha iyi değerlendirecekse onun olmalıdır her şey…
 
Bazılarına göre Marksizm’i Marksizm yapan Marks değil, Lenin’dir; günahı boyunlarına…

SİZ DE YORUM YAPIN