Creasoup

Farmaskop - İlaç ve Sağlık Profesyonellerinin Dergisi

3 Temmuz 2009, Cuma 18:51

Çevrimsel bilim

Mısır tarlasını zapt-u rapt altına almışlar; bütün yabani otları sökmüş, toprağı en ideal bileşimine getirmiş, börtü böceği telef etmiş, mısırları en şakuli aralıklarla ekmiş, ışığı en uygun açıdan vurdurup, en uygun zamanda gübreleyip sulamışlar. Sonuç fiyasko olmuş. Bakmışlar ki en münbit ortam yağmur ormanı; envai çeşit haşerat, nebatat, hayvanat orada, toprağı binyılların harmanı, kâh güneş vurur, kâh yağmur iner, kâh fırtına biner, tohumlar karmakarışık… Neticede mısır tarlasına “yağmur ormanı modeli” uygulamışlar, elbet verim artmış.
Bu örneği 2007’de katıldığım Avrupa Birliği’nin, küçük biyotek firmalarının çıktılarını hızla kliniğe aktarmak üzere yapılabilecek, ticari olmayan klinik çalışmalar ile ilgili fikir alışverişini amaçlayan bir toplantısında (kusura bakmayın workshop hoş değil, atelye ve çalıştay terimlerinden de yine alabildiğince suistimalleri yüzünden ikrah getirmiş durumdayım) duymuştum. Hafızamın kuytularında tozlanmaya terk etmişken geçenlerde katıldığım Amerikan Hipertansiyon Cemiyeti’nin bir toplantısında Samuel O. Thier “Akademik Tıp ve Ekonomi, Darwin ne derdi?” başlıklı konuşmasında, araştırmada rastlantının önemini ve bu unsurun araştırma sistemlerinde dışlanmamasının gerekliliğini vurgulayarak “yağmur ormanını” yeniden masamın üstüne koyuverdi.
Öte yandan menüde daha önce de değindiğimiz gibi tıbbın ve daha geniş anlamıyla araştırmanın o bilimsel tecessüse dayalı kendinden menkul değerinin sorgulanırlığı, toplumun ulvi bir amel olarak maddi-manevi kafadan desteğinin artık çevre koruma, erişkin eğitimi gibi daha sonucu belli ve kısa vadede verimli alanlara doğru yer değiştirmesi var. Hal böyle olunca ister istemez tıbbi araştırma “result” değil de “outcome” odaklı (ikisi de “sonuç” dilimizde) olmak durumunda, “outcome”dan ne anlayacağımız da üzerinde çalışmamız gereken mevzu. İlk önce araştırma ve geliştirmeyi birbirinden ayrı düşünmemeyi öğrenmeli (bizim bulunduğumuz merhale ise daha araştırma’nın sonundaki -ma ekinin anlamının irdelenmesidir gibi ucuz kritiklere girmeyelim). Geliştirme daha ziyade endüstrinin aşina olduğu bir mevzu; Ar-Ge afili departmanları var biliyorsunuz yazıcı üreten firmaların dahi… Bu manzumeden hareketle basitçe akademik araştırmanın ticari “outcome”lara zemin oluşturması, araştırıcının araştırması, endüstrinin geliştirmesi, kâr beklentisiyle endüstrinin araştırmaya yatırım yapması, devletin de bu süreci desteklemesi anlaşılmıştır. Şimdi her ne kadar alem bu olsa ve araştırıcı için ödüllendirici özellikleri barındırsa da kendini Galile’ler, Newton’ların mirasçısı olarak gören araştırıcı için karizmolitik bir durum ortaya çıkmaktadır. Hoş; bazı “pür” araştırıcıların endüstriden ışığı görünce her türden kaymak yemeye koşmadaki hızları ve fanatizmi, birbiriyle taban tabana zıt konularda aynı anda doya doya yaşama kapasiteleri akıllara durgunluk verebilmektedir ara sıra… Öte yandan o büyük “bilimci”lerin tıpkı o devirlerdeki klasik müzik “sanatçıları” gibi Hort Dükü, Svayzen Kontu serisinden hamileri olmasa nasıl bilim için bilim, sanat için sanat yapmış olacaklarını hep merak ederim.
Klinik araştırmacı açısından ek olarak sağlık otoritesinin yeni uygulamaya ruhsat vermek için temelde endüstriye yönelik bitmez tükenmez koşulları, kuralları, kısıtlamaları, wild type araştırıcının hiç işi olmayan kalite güvencesi, iyi klinik uygulama gibi sıkıntılar da gündeme gelmekte, bu gibi çalışmaların slaytlarını konuşmalarında babası yapmış gibi kullanan fikir lideri, eşdeğeri birisinin yaptığı böyle bir çalışma önüne geldiğinde, ya da bu tür çok merkezli bir çalışmaya katılması önerildiğinde “firma çalışması “diyerek burun kıvırmaktadır. Zira onu gönlünde yatan aslan hem epidemiyolojik, hem randomize-çift kör hem de moleküler mekanizmalara ışık tutan uluslararası çok merkezli kendi çalışmasını kurgulamaktır.
İşte çevrimsel araştırma (translational research) ve çevrimsel bilim (translational science) bu dertlere derman olacak gibi gözükmektedir.
Çevrimsel araştırma iç gıcıklayıcı “tezgâhtan-yatağa” paradigmasında ifadesini bulmakta, temel araştırmanın laboratuvardaki sonuçlarının doğrudan hasta başı uygulamasına aktarılmasını, bunun için biyoteknoloji ve klinik son noktaların yerine geçebilen biyobelirteçlerin kullanılmasını, klinikteki bulguların da aynı hızla temel araştırmaya yön vermesini anlatmaktadır. Bunun gerçekleşebilmesi için de çoklu disiplinli (kardiyovasküler, metabolizma vb) ve çoklu uzmanlıklı (klinikçi, farmakolog, istatistikçi vb) çalışma ağları (network) öngörülmektedir. Klasik araştırma-geliştirme sürecinde tezgâhtan yatağa giden yol uzun sürmekte, her adım kendi içinde tamamlanarak kapalı bir biçimde atıldığından yatağa gelindiğinde oraya neden gelindiği iyi hatırlanmayabilmekte ya da yolda -mazallah- bir şey düşürüldüyse telafisi çok zor olabilmektedir. Bir çevrimsel ağ içerisinde fizyopatolojik sorulara yanıt veren, hızlı, ekonomik çalışmaları, gönüllüleri de çok daha az riske atarak yapmak, yeni girişimleri gereksinen hastaların bunlara daha erken erişimini sağlamak mümkün olabilir. Böyle bir araştırma iklimi kuşkusuz soylu araştırmacımızın tecessüsüne daha iyi cevap verecektir.
Çevrimsel bilim dediğimizde ise basitçe yukarıdaki sürecin toplumun yararına bağlandığı ikinci bir çevrim eklemiş oluyoruz. Yani laboratuvardan-kliniğe ve tersi birinci çevrim, klinik uygulamadan toplum kullanımına-yararına ve oradan edinilen bilginin her iki araştırma kademesine girdisi ikinci çevrim. Tabii bu ikinci çevrim çalışma ağına başka disiplinler ve uzmanlıklar girmesini gerektiriyor; etik, toplumbilim, hukuk, ekonomi, eğitim, iletişim gibi.
Çerçeve bu olunca “outcome”dan ne anladığımız da değişiyor ve seçeneklerimiz artıyor gördüğünüz gibi. Yukarıdaki basitleştirilmiş örnekten devamla; var sayalım endüstrinin tek amacı kâr olsun -benim görüşüm bu değil biliyorsunuz, kaldı ki parasal bir çıkar ise kâr, yayın sayısını artırma çıkarından hiç farklı değil bana sorarsanız- bunun için “outcome”ından müşterinin memnun olması lazım. Müşteri kim? Sağlık otoritesi, hükümet… Peki, onun müşterisi? Toplum, kamuoyu. Dolayısıyla başarılı bir araştırma-geliştirme en başından asıl alıcıyı; toplumu, toplum yararını hesaba katmak zorunda. Burada yeni olan çevrimlerin iş bitince değil, sıcağı sıcağına gerçekleştirilmesi ve bilim ağının toplumsalı da kapsaması, dahası bunun yalnızca politik olarak doğru davranış adına değil koşullar bunu dayattığından, beklentiniz ne olursa olsun en verimlisi bu olduğundan önümüze gelmesi.

SİZ DE YORUM YAPIN