Creasoup

Farmaskop - İlaç ve Sağlık Profesyonellerinin Dergisi

17 Aralık 2008, Çarşamba 16:34

AHA

Riverside Hilton’un 22’nci katındaki odamdan Harrah’s’ın ışıklarına bakarak yazıyorum bu yazıyı; birazdan bir New Orleans gecesine daha akacağız. Cuma akşamı uzun bir uçuştan sonra Chicago’da konakladık, sulu kar atıştırırken Christmas’a hazırlanan Michigan Avenue’de tur atıp Hancock’un tepesindeki Signature Room’da Türk şefin tavsiyelerine uyduk; Cumartesi sabahı ver elini Louisiana’nın bahar havası. Hemen toplantıların yoğun temposuna uyduk tabii; yenilikler, eski dostlar, Ken’le ayak üstü şakalaştık, Jose’yle stantta sözleştik, akşam Bourbon Street’teki Blues Cafe’de nefis caz müziği eşliğinde yerel bourbonlarımızı yudumladık.

Böyle şeyler yazsam hoşunuza gider mi hakikaten? Köşeye frontal, kulakların ordan deriye mandal takmışçasına sırıtan bir resim. Alemin çalışmalarını babam yapmışçasına yazıya döksem? Gel gör ki bünye uygun değil. Dev gazete sermuharriri değilem. Müteveffa Frank Zappa’nın dediği gibi “What a f., that’s me too!”

Yazdıklarımda gerçek payı yok değil ama; örneğin bir ay kadar önce İstanbul’da birkaç -hem de- Talisker eşliğinde geyiğin -hem bilimsel hem toplumsal kompile- dibini bulduğumuz Kenneth Jamerson, “hayyuduin” diye elini sıktığımda “Ken” diye kendini tanıtarak İngiliz lorduna yattı, tanımadı beni. Demek ki beyazlar birbirine benziyor -Afro-Amerikalıdır kendisi, bir nevi Obama. Bugün kanal sokağı üzerinde bir Mekdanılds’a girerek Afro-Amerikalı ahalinin durumunu içeriden -oldukça da tırsarak- müşahede ettim de Harward’lı Obama’dan siyahların ve diğer ezilenlerin lehine değişim falı açanlara gülmekten ağlayasım geldi; onun o siyahlarla ilintisi varsa ben de Laponya’ya şansölye olurum rahat. Özünde Hıristiyan bir Hintli olan Jose’yle şansım daha iyi gitti, içkileri ekseriya kendisi ısmarladı -noname Migros işi burbon- ama o ve diğer arkadaşları götürdüğüm turistik-salaş Blues Cafe’de ahı gitmiş vahı kalmış diyemeyeceğim, ahı hiç olmamış bir blues band her gördüğünü yemeye hazır turistlere şişiriyordu. İki yıl önceki süper şişman, eliçabuk beyaz gitarcı ve grubunun yerine bu batan geminin malları gelmiş krizden olsa gerek. Alan memnun-satan memnun gerçi; New Orleans mı New Orleans; zencinin elinde saksofon var mı, var; işte cazın harman olduğu yer. Benim cazın kökleri, blues mlues hakkındaki malumatım, tüm gereksiz birikimim gibi hayatı ıskalamama yarıyordu yalnızca. Nasıl ki her rakı-balık veren yer meyhanedir, mezeden muhabbetten zerre nasiplenmeden keyiflere akılır, İstanbul’da boyuna fasıl-göbek dansı, Madrit’te boğa güreşi peşindedir millet; o hesap.

İlim alemine inmeden önce şu yoğunluk-meşgullük kavramına değdirmeliyim. “Akşam board’ım var; sabah beşte globalle war game; burdan Habeşistan’a uçuyorum; aa haay Barrack nays tu sii yu; soora görüşürüz çocuklar.” Bazen benim de plansızlık ve hesapsızlık yüzünden anlık koşuşturmalarım oluyor ancak hiç bunu hayatıma yaymak ve bundan zevk almak niyetinde değilim. Tüm sevip-beğendiğim profesyoneller de (birkaç elin parmağı kadardır bunlar) bu aşırı iş trafiğine vurayım dibine mesafesinde dururlar. Siz hiç yoğun-koşuşturan-işkolik aslan gördünüz mü?

Şimdi; AHA ve diğer önemli toplantılarla ilgili Ateroskleroz Derneği’nin değerli üyelerinin güncel yorumlarını içeren ve kısa videolar halinde sizlere ulaştıran web sitemiz yakında kullanıma girecek, onunla ilgili ayrıntılar da bu sayıda yer alacak bildiğim kadarıyla (üff, tam o bardaki müzisyenlerin masaların arasında dolaşıp CD’lerini satmaları gibi oldu!) ama burada bir-iki bilimsel izlenimimi aktarmadan geçemeyeceğim.

Benim ilk izlenimim hastalıkları ve onların belirteçlerini anlayışımızda, yaptığımız girişimin zamanlaması, araçları ve sonuç ölçütlerinin seçiminde ve tüm bunları ele alışımızda ciddi bir revizyona gidilmesinin söz konusu olduğudur.

Örneğin, sıkı glisemik kontrolün makrovasküler olaylara etkisinde süphe içindeyken bu girişimin zamanlaması, seçilen araçlar, confounding (karıştırıcı) faktörlerin işin içine girdiğini unutmamalıyız. Aslında UKPDS ve benzer çalışmalarda çalışma sonlanımından yıllar sonra kan şekeri kontrolünün etkileri sürebiliyor. Öte yandan glitazonlar kullanıldığında, güvenlik konuları bir yana görülen etki beklenmedik bir yerden çıkıyor. Vasküler bir son noktaya baktığımız çalışmada kan şekerine kitlenirken HDL’deki belirgin artışın katkısını atlayabiliyoruz.
Lipid tedavisinde “Yahu çok düşük LDL kanser sıklığını artırır mı?” derken beklenmedik düzeyde LDL değerlerine düşülen bir çalışmada kanser ölümlerinin bu grupta azaldığını görüyoruz. Öte yandan çalışma belirgin etkiler yüzünden yaklaşık iki yılda kesilmiş; acaba uzun dönem güvenlilik için yeterli mi söyledikleri? Ya diğerleri? Şaşarak görüyoruz ki hemen tüm lipid düşürücü ilaçların daha önce % 40 küsurlarda kalan LDL düşürücü etkileri aynı, hatta daha düşük dozlarda 50’lere 60’lara koşmuş; turbo mu eklediler sisteme, çip mi taktırdılar bilemiyorum.

Öte yandan CRP’ye bakıp senden benden risksiz adamlara statin mi dayayacağız, o 40-50’lerdeki LDL’ler uzun dönemde ne yapar? Bu kez görülmeyen önceki çalışmalardaki HDL artışları bizi nereye götürür? HDL diye ölçtüğümüz nedir? Statin kullanarak ya da egzersizle HDL düzeyini artırmasak da proinflamatuar özelliğini budayabilir miyiz? Eski ilaçlar sahneye nereden girer? Nikotinik asitin zamanında yaptığı taş gibi LDL düşüşü+HDL çıkışına bağlı etkilere rağmen statinlerin pleiotropik etki efsanesine hâlâ takılabilir miyiz? Hipertansiyonda hâlâ ACEİ’lerin ARB’lerin yapamadığı bir şeyler yaptığı iddia edilebilir mi? Ya inme ne olacak, ARB verileri, yeni kombinasyonlar? Hasta uyumu, dayanılırlık? ACEI+ARB de kanser riskini artırır mı acaba? Yeni RAS blokerleri bize ne katacak, daha önemlisi bunu nasıl ölçeceğiz? Yoksa kapıda dağıtılan bitkisel stanollü, potasyumu artırılmış yoğurda mı yazılsak; bir taşla kaç kuş, hem tadı güzel, tok tutuyor.

New Orleans-New York, uçak sallıyor; bu saatte kimyamı daha fazla zorlamayayım. İnersek THY’de devam. (Otel odasında diiliz, uyandınız, 2. sahne) Risk tahminlerinde de büyük eksikler var; özellikle de kişiye bunun aktarılmasında. Orta yaşlarda fazla risk faktörü olmayan birine, “10 yıllık riskiniz % 7” dediğinizde rahatlar örneğin. Ama onun olasılığı 0 ile 100 arasındadır. Yani onun gibi 100 kişiden 7’sinin koroner olay geçireceği, kendisinin de bu bedevilerin arasında olabileceği bildirilmeli. Dahası genç biri için 10 yıllık risk fazla bir şey dememektedir. Ya 20-30 yıl sonra bu risk profiliyle nereye varacak ve alması gereken tedbirler neler?

Yaşam tarzı da her zamanki gibi karmaşık. Maksadı dinleyenleri sıkıntıdan oracıkta öldürmek gibi görünen mıyıl bir diyetçi teyze var, anlattıkları süper dinleyebilirseniz; teyk hom mesıcım; meyva sularından kaçın. Vee egzersiz: Hafif yürüme, orta ve şiddetli koşu karşılaştırıldığında oksijen kullanımına faydası yok gibi görünüyor diğer azmanlıkların karşısında, gel gör ki insülin direncine etkiye bakıldığında hafif yürüme diğerlerini katlıyor. Bu da bizim güce-şekle tapan, insanların hep genç kalacağını sanan, elit sporcu fetişisti spor hekimlerimize kapak olsun. Hep söylerim, insan geyikten gelmemiştir ve koşu performansı ölçüt olamaz.

New York’a inip La Guardia’dan JFK’ye taksici doyurduk; Bediz Manhattan’da doğum yapmış arkadaşlarını görmeye koştu. Ben hem bavullarla üşendiğimden hem de Manhattan’da ölüm yapmış arkadaşımı hatırladığımdan food court ortamında check-in’in açılmasını ve duty free alemine süzülmeyi bekliyorum. Burdan İstanbul, ordan direkt Kayseri gerçi, öyle şungur likid alınası değil.

Sanal alemin korku ve sefaletini unutmadım, gündem izin verdikçe devam edeceğim.
 


SİZ DE YORUM YAPIN